Asıl adım, Ahmed Önal. Ahmed Arif olarak bilinirim. Öz anamın adı, Sayre. Kürt'tür. İki yaşındayken kaybettim onu, kardeşimin doğumu sırasında. Beni büyüten, emziren, yedirip içiren, eğiten Arife Anamdır. Babam, Kerküklü Arif Hikmet. Kürt değildir. Rivayete göre, babamın büyük babası Rumeli’den göçmüş buralara. Babamın sivil hayattaki son görevi, nahiye müdürlüğü. Bu üçünü de çok severim; hayatta laf söyletmem onlara. Hatta bir keresinde, nezarethanede polis, anama babama sövdü, aynı dille karşılık verdim ona; tabi cezayı kesti hemen ama olsun yinede yutmadım savurduğu küfrü.
İlkokulu Diyarbakır Siverek İlkokulunda okudum. Hatırlıyorum o dönemde “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası başlatılmıştı. Türkçe konuşmayanlar ya da konuşamayanlar, karakola götürülüp dövülüyordu. Tam olarak hatırlamıyorum ama galiba 1934 yılıydı. Karakolun önene birini yatırmışlar, adam çıplak. Polis öldüresiye dövüyor adamı. Adam “Ya Muhammed” diye bağırıyor durmadan. Bağırmasından adamın Arap olduğunu anladık. Çünkü Türk, Kürt ya da Zaza olsaydı başka türlü bağırırdı. Biz çocuklar, aşağı yukarı yetmiş-seksen metre daha yukarıdayız; hepimizin elinde ip sapan. Anlaştık aramızda ve polislere bıraktık taşları; Arab’ı vurmamaya da gayret ettik tabi. Sapanlarla iki polisi yıktık yere, sonrada başladık kaçmaya. Akşama herkes bizden söz ediyordu mahallede.
Ortaokulu da Urfa’da okudum. Liseyi ise yatılı olarak, Afyon Lisesinde. Bütün okul hayatımda, tanıdığım en yetenekli, en yiğit, en mert, en bilgili adamlar o lisedeydi. İşte o yıllar… Yıl 1943 olmalı… Taş çatlasa 16–17 yaşındayım. Durmadan şiir yazıyorum. Bir dergi, Seçme Şiirler Demeti adıyla kuşe kâğıda basılıyor. Bir sayfanın sol başında Neyzen Tevfik, sağ başında Ahmed Arif. Ben Neyzen Tevfik’in torunu yaşındayım tabi o zaman hatta daha da küçük. Birde 10 Lira geliyor bana dergiden, telif hakkı. Düşünün Babam bana ayda 5 lira gönderebiliyor. O yüzden 10 Lira büyük paraydı o zaman için.
İlk şiirim, 1942 yılında Afyon Halkevi dergisi, Taşpınar’ın kasım sayısında yayınlandı. Şiirimin ismi “Gözlerin”
Gözlerim maviliğin ruhudur.
Fecirlerin tebessümü içer.
Berraklığında ilah çocukları uyur
Ve emer sukutu beyaz gölgeler.
Aslında bu şiiri, ortaokulda yazmıştım ama son düzeltilerini lisede yaptım.
1947 yılı sonbaharında, yüksek öğrenim için Ankara’ya gittim. Dil ve Tarih, Coğrafya, Felsefe Bölümüne kaydımı yaptırdım. Bir yıl sonra Merkez Bankası’nda işe girdim. 1951 yılı Ekim ayında başlatılan “solcu tevkifatı’nda” iş yerimden alınarak götürüldüm, bunun yüzünden de eğitimi mi tamamlayamadım. Dokuz gün işkenceye mahruz kaldım. Benden, para toplayarak komünistlere dağıttığıma dair bir belgeyi imzalamamı istediler. Daha sonra soruşturma kapsamında beni İstanbul’a götürdüler; Sansar yan Hanında bir hücreye attılar beni. Orada bulduğum bir kibrit çöpüyle duvarda bir takvim oluşturdum. Doğru mu bilmiyorum ama tam 128 gün saydım. İşkenceler çok kötüydü, iddia ediyorum bana yapılan işkence kimseye yapılmamıştır bu ülkede. Çıldırmak üzereydim, sesler duyuyordum. İnsanın bazı duyuları çalışmadığında çalışan duyular eskisinden daha fazla çalışıyor. Benimde hücrede görme duyum çalışmıyordum çünkü hep karanlıktı, çığlıklar, haykırmalar duymaya başladım. Sonra dedim ki “Oğlum Ahmed burada delirirsin filan arkandan söylenti çıkarırlar, korkusundan delirdi diye kalk önüne geç bunun” ve sonra bileklerimi kestim. Sonrasını hatırlamıyorum, hastanede uyandım; zar zor yetiştirmişler. Garip… Hem işkence ediyorlar, içerde bile acı çektirmek için o kadar uğraşıyorlar hem de ölmeme izin vermeyip beni hastaneye yetiştiriyorlar. Sakın onarlın yaptığını iyilik ya da insanlık olarak algılamayın. Daha fazla acı çektirmek için beni yaşattıklarını öğrenmem uzun sürmüyor. İyileşip hücreye tekrar atılmamdan sonra, bir gece yıldırım bir telgraf geliyor bana, Anamdan. Şöyle diyor “Baban öldü, cenaze yerde kaldı, ben oralara gelemiyorum. İmza: Annen Arife. O an telgrafı okur okumaz neler yaptığımı anlatmak istemiyorum. Gençler bilmesin bunları. Ama öyle demoralize olmuşum ki hemen hastaneye yetiştiriyorlar. Daha sonra bu telgrafın düzmece olduğunu doktordan öğreniyorum. Meğerse Anam bana hiç telgraf çekmemiş.
Babamı 1953 yılında kaybettim, hala içerdeyim o vakit. Ama benim tutuklandığımı hiç bilmedi babam, başından beri benim Avrupa’da olduğumu sanıyordu.
TCK’nin 141. Maddesine ihlalden toplam 38 ay tutuklu kaldım. Tekrar ediyorum 141. Maddeye ihlalden. Nedir 141. Madde? Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Yani bana 1951 de zorla imzalattırdıkları belge. Düzmece kişilerin, düzmece tanıklarla desteklendiği, düzmece bir mahkeme tarafından, düzmece bir suçun kabulü, benim tam 38 ayıma mal oldu. 7 Ekim 1954’te tahliye edildim, tabutluktan yattığım 17 günün neticesi sağ omzumdaki ağrıyla. Hala çekerim o ağrıyı.
1956’ dan itibaren Medeniyet, Öncü ve son olarak Halkçı gazetelerinde düzeltmenlik yaptım. Şiirlerim başta Pazar Postası olmak üzere birçok dergi ve gazetede yayınlandı. İlk ve tek şiir kitabım Hasretinden Prangalar Eskittim ’i 1968 yılında çıkardım. Tek kitabımdı ama tam 20 senemi verdim o kitaba. Sonraki baskılarla eklenmiş şiirleri sayarsak tam 50 yıl. Şiirlerim kısa zamanda devrimciler, bilim adamları, gazeteciler, aydınlar ve üniversite öğrencileri arasında çok sevildi, bunu kitabımın baskı üzerine baskı yapmasından idrak ediyorum. Şüphesiz şiirlerim 1971 ve 1980 darbelerinde tutuklanan gençlere ve aydınlara dayanak oldu.
Emekliliğimden sonra Ankara’daki mütevazı evime çekildim. Gösteriş ve gürültüden uzak durmuşumdur hep, çünkü ben doğuluyum. Az gelişmiş değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuyum.
1983’te Anam Arife Önal’ı kaybettim. Okumamıştı ama… Pardon, okumamış yanlış oldu. Okutulmamıştı ama şirin bir kadındı. Bir keresinde komşularıyla toplanmışlar muhabbet ediyorlar. Komşu kadılar sürekli oğullarıyla övünüyorlarmış “Benim oğlum İzmir’e gitti doktor oldu. Benim oğlum İstanbul’a gitti mühendis oldu. Büyük oğlum Bursa’ ya gitti mimar oldu” diye. Anam altta kalır mı? Oda “Benim oğlumda Ankara’ya gitti komünist oldu” demiş. Garip anam ne bilsin, komünistliği de doktorluk, mühendislik gibi bir meslek zannediyor.
Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm. (Düzenleyen / Derleyen: Gökhan Ulubeli)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder