Ahmed Arif söz konusu olduğunda, ortak bileşenleri olmasına rağmen birçok kişi farklı görüşler öne sürer. Ancak ilk yayımlanışının üstünden kırk yıl geçmiş olmasına rağmen, bu şiirlerin enine boyuna tartışıldığı söylenemez. Çünkü A. Arif de Nâzım gibi kült haline getirilmiştir. Hemen herkesin üst düzey saygıyla uzak durması gereken bir kişilik haline getirilmiş olması, şiirimize katkı sağlamak bir yana zarar vermektedir. Geçmişte, şiirlerinin Enver Gökçe'den aparma olduğunu söyleyenler oldu. E. Gökçe'nin sitemi, tartışmalarda dayanak noktası olarak alındı. Hatta yaşadığı sürece sadece tek kitap yayımlamış olması bile tartışıldı. Ancak tartışmalar hiçbir zaman ufuk açıcı olmadı. Metis Yayınları'nın 40. Yıl Özel Basımı olarak okurlara sunduğu Hasretinden Prangalar Eskittim, şairin hem bütün şiirlerini hem onunla yapılmış bir söyleşiyi hem de onun için yazılmış bazı şiir ve metinleri kapsamaktadır. Belirtmekte yarar var: Yurdum Benim Şahdamarım'ın müstakil bir kitap olarak bir daha yayımlanmayacak olması gayet yerinde bir davranış. Hatta bir daha hiç yayımlanmasa da olur. Kitaptaki metinlerin en önemlisi, kuşkusuz, Cemal Süreya'nın yazdığıdır. Kitabın ilk basımı dolayısıyla yazılan yazı, aynı zamanda A. Arif'in tıpkı Yahya Kemal gibi henüz kitap yayımlamadan popüler olmuş şairlerden biri olduğunu belgeler niteliktedir: Hasretinden Prangalar Eskittim kitabıyla Ahmed Arif'in şiiri de gün ışığına çıktı. (') Daha önce şairler arası bir 'pazarı' olan Ahmed Arif de bu arada bu durumdan fırlayıp okura uzanmak olanağını buldu ya da gereğini duydu.' (s.121) Şiirlerinin kitlelerce bu kadar sevilmesinin nedeni A. Arif'e göre her ne kadar halkı kucaklaması ise de etnik değişken hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.
Ahmed Arif’in görme biçimi
C. Süreya'nın yazısı, önemli tespitlere rağmen A. Arif şiirine sadece bir 'giriş'tir. Çünkü A. Arif şiirinin ne'liği konusunda söylenmesi gerekenler hâlâ olduğu gibi durmaktadır. Bunları tartışmak, aynı zamanda E. Gökçe-A. Arif merkezli tartışmalarda da daha sağlam fikirler öne sürülmesini sağlayacaktır. Mesela 'Ard-arda kaç zemheri,/ Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu./ Dışarda gürül ' gürül akan bir dünya'/ Bir ben uyumadım,/ Kaç leylim bahar,/ Hasretinden prangalar eskittim./ Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana,/ Bir bu yana'' (s. 89) dizelerinden yola çıkılabilir. Bu dizeler Gökçe'nin 'Saçlarına/ Kızıl güller takayım/ Salın da gel,/ Bir o yana/ Bir bu yana!' dizeleriyle benzerlik gösteriyor olsa da benzerliğe takılmak tartışmayı çıkmaza sokacaktır. (E. Gökçe, Yaşamı ve Bütün Şiirleri, Belge Yay., İst: 1994, s. 71) Bu nedenle, daha doğru bir tutumla, iki şairin benzeyen dizeleri arasındaki farklılığa dikkat çekmek daha doğru olacaktır. Çünkü benzerlik gösteren bu dizeler, A. Arif tarafından daha saf bir hale getirilmiş ve farklı bir bağlama yerleştirilmiştir. Böylece ağırlık noktası aynı zamanda kitaba ad olan 'Hasretinden prangalar eskittim' dizesine kaydırılmıştır. A. Arif, E. Gökçe'den bazı dizeler aldıysa bile, bu dizeleri kendi görme biçimiyle yoğurmuştur. Bu durumda ona has olan görme biçimine de değinmek gerekir: C. Süreya bunu, A. Arif'in 'Karşı koymaktan çok, boyun eğmeyen bir doğa içinde' olduğunu söyleyerek açıklamıştır. (s. 122) Yakından bakıldığında, toplumcu şairlerin şiirlerinde genellikle yüksek ses hâkimdir. Ancak A. Arif'te böyle değildir. Aksine o, ceza olarak sunulmuş koşullardaki nesnelerle animistik boyutta bir ilişki kurar: 'Haberin var mı taş duvar?/ Demir kapı, kör pencere,/ Yastığım, ranzam, zincirim,/ Uğruna ölümlere gidip geldiğim,/ Zulamdaki mahzun resim,/ Haberin var mı?' (s. 14) Öyle sanıyorum ki nesnelerin anlamının sahip olana göre belirlenmesi nedeniyle A. Arif'in öfkesi 'yer değiştirme' suretiyle nesnelere yönelmez. Mahrumiyet ve mahkûmiyetini belgeleyen nesnelerden korkmamasını koşullar aynı zamanda bu durum. Kendi de zaten bu durumu şu sözlerle açıklığa kavuşturur: '(Sessizlikten korkmamaya gelince) Evet, bu korkusuzluğu, (') devrimci öğreti, devrimci bilinç ve kavga koşullarına borçluyum.' (s. 172, 173) İşte, 'Hayırlı evlat makine/ Nasıl canavar kesilir.' dizelerini bu çerçeveden yorumlamak bizi şiirine daha çok yaklaştıracaktır. (s. 52)
Sabırla beslenen korkusuzluk
Ancak bu korkusuzluğu Anadolu insanına has bir sabır da beslemektedir. Bunun içindir ki o, prangasının zincirini kırmaz. Aksine bir nesne olarak pranga üzerinde hâkimiyet kurar. Hasretlik koşullarında sabır, taşı erittiği gibi prangayı da eskitecektir. Bir yönden, imgeyi besleyen, düşüncenin sınır tanımazlığıdır. Koşullar nasıl olursa olsun, insanın aşkın bir tarafı vardır. Buna duyulan inanç, normal şartlar altında insanın kendinden daha uzun ömürlü olan nesnelere karşı tutumunu belirler. Ancak bu imge, hiçbir zaman kaderci bir anlayışla yorumlanamaz. İnsanın dayanabilmek için imgeyi deneyimlediği/imgeye inandığı anlar vardır ve bu imge, bir şair söz konusu olduğunda, şiirsel bir imgeye dönüşmek zorundadır. A. Arif'teki bu yöne başka bir şairde rastlayamayız. Özellikle A. Arif'ten beslenen kuşaklar çok daha farklı bir tutum içindedir. Örneğin Nevzat Çelik, 'kaç zamandır yüzüm tıraşlı/ gözlerim şafak bekledim/ uzarken ellerim/ kulağım kirişte/ ölümü özledim anne/ yaşamak isterken delice' diyerek aslında kendinden sonraki kuşağın temel karakteristik özelliğini belgeler. (Şafak Türküsü, Alan Yay., İst.: 1994, s. 52) A. Arif'te ise böyle bir vazgeçiş hiçbir zaman görülmez. A. Arif şiirinin sadece bu yönden olsa bile yeniden tartışılması, şiirimize katkı sağlayacaktır.
Ancak bu korkusuzluğu Anadolu insanına has bir sabır da beslemektedir. Bunun içindir ki o, prangasının zincirini kırmaz. Aksine bir nesne olarak pranga üzerinde hâkimiyet kurar. Hasretlik koşullarında sabır, taşı erittiği gibi prangayı da eskitecektir. Bir yönden, imgeyi besleyen, düşüncenin sınır tanımazlığıdır. Koşullar nasıl olursa olsun, insanın aşkın bir tarafı vardır. Buna duyulan inanç, normal şartlar altında insanın kendinden daha uzun ömürlü olan nesnelere karşı tutumunu belirler. Ancak bu imge, hiçbir zaman kaderci bir anlayışla yorumlanamaz. İnsanın dayanabilmek için imgeyi deneyimlediği/imgeye inandığı anlar vardır ve bu imge, bir şair söz konusu olduğunda, şiirsel bir imgeye dönüşmek zorundadır. A. Arif'teki bu yöne başka bir şairde rastlayamayız. Özellikle A. Arif'ten beslenen kuşaklar çok daha farklı bir tutum içindedir. Örneğin Nevzat Çelik, 'kaç zamandır yüzüm tıraşlı/ gözlerim şafak bekledim/ uzarken ellerim/ kulağım kirişte/ ölümü özledim anne/ yaşamak isterken delice' diyerek aslında kendinden sonraki kuşağın temel karakteristik özelliğini belgeler. (Şafak Türküsü, Alan Yay., İst.: 1994, s. 52) A. Arif'te ise böyle bir vazgeçiş hiçbir zaman görülmez. A. Arif şiirinin sadece bu yönden olsa bile yeniden tartışılması, şiirimize katkı sağlayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder